Demirören Medya TV Grup Başkanı Murat Yancı, muhabir olarak başladığı medya serüvenini, ekranların nabzını tutan bir liderliğe dönüştürdü. Bugün ekibiyle birlikte milyonları sürükleyen projelere, reyting rekorları kıran dizilere, kamuoyuna yön..
Demirören Medya TV Grup Başkanı Murat Yancı, muhabir olarak başladığı medya serüvenini, ekranların nabzını tutan bir liderliğe dönüştürdü. Bugün ekibiyle birlikte milyonları sürükleyen projelere, reyting rekorları kıran dizilere, kamuoyuna yön veren haberlere imza atıyor. Murat Yancı, Posta Gazetesi’nden Alev Gürsoy’a verdiği röportajda hem başarısının perde arkasındaki öyküsünü hem de sektörün geldiği durumu değerlendirdi.
‘Sıfırdan zirveye’ bir başarı hikayesi yazdınız. Bu yolculukta en çok kimlerden ya da nelerden ilham aldınız? Muhabirlikten Demirören Medya TV Grup Başkanlığı’na uzanan bu yolculuğun en unutulmaz dönüm noktası neydi?
Ben 1994’te muhabir olarak mesleğe başladım. Sektörde birçok yerde çalıştım. Gazetelerin ardından 1997’de televizyona geçtim. Hikayemde azim, gayret, çok çalışma hepsi var. Onlar olmadan olmuyor zaten. Kolay gelen şeylerin değeri olmaz.
Medya için hep ‘Kurtlar Vadisi’ denir? Sizce sektörümüz için bu doğru bir tanım mı?
Üniversitede bir hocamız, ilk derslerinden birinde, “Kurtlar sofrasına hoş geldiniz.” demişti. O zaman ne anlama geldiğini çok da kavrayamamıştık, daha çok bir espri gibi algılamıştık. Ama gerçekten zor bir sektör çünkü rekabet çok yüksek. Benim şöyle bir bakış açım var; mesleğe başladığım ilk andan bu yana sadece bir kişiyle rekabet ettim, kendimle. Eğer bir yıl öncesine göre daha iyi bir iş çıkarabiliyorsam ya da bir hafta öncesine göre kendimi daha ileriye taşıyabiliyorsam, o zaman başarılıyım demektir.
KOLTUK İHTİYARI OLMAMAK GEREK
Peki zor mu o koltuğu taşımak, yüzlerce insan, haberler, senaryolar?
Ben günde 18 saat çalışıyorum. Elimden geldiğince her şeyi takip etmeye gayret ediyorum. Yurt içinde, yurt dışında kim ne yapıyor, nasıl yapıyor, bunları izliyorum ve kendimi bir adım daha yukarıya çıkarmaya çalışıyorum. Çünkü gelişmeyi bıraktığın andan itibaren gerilemeye başlıyorsun. “Koltuk ihtiyarı” diye sevdiğim bir tabir var. Koltuk ihtiyarı olmamak gerekiyor.
Reyting rekorları kıran dizilere imza atıyorsunuz, yapılan haberlerle kamuoyuna yön veriyorsunuz. Ama içinizdeki o heyecanı kaybetmemiş bir medya emekçisisiniz. Bunu nasıl başardınız?
Haber heyecanı gerçekten farklı bir şey ve ben işimi tutkuyla yapıyorum. Tutkulu da bir ekiple çalışıyorum. Ben yok biz var! Rekabetin çok yoğun olduğu bir sektör. Bu kadar çok rekabet varsa, tabii ki sertliği de beraberinde getiriyor. Bir dizinin başarılı olması sizi inanılmaz bir noktaya taşıyor. Sadece Türkiye’de değil uluslararası alanda da çok konuşulmanızı sağlıyor. Başarısız olduğunda ise çok üzülüyorsunuz. Maalesef herkes medya sektörüyle ilgili çok derin bilgiye sahip olduğunu düşünüyor. Hal böyle olunca da çok eleştiri alıyorsunuz. Yapıcı eleştiriler de oluyor tabii ki onları almayı bilmek çok kıymetli.
DİZİLERİMİZ SAYESİNDE YABANCILAR TÜRKÇE ÖĞRENDİ
Kanal D dizileri son yıllarda epey iddialı ve yüksek reytingler alıyor. Bu nasıl oldu?
Dünyanın neresine gidersem gideyim, insanlar Kanal D’nin dizilerini biliyor, oyuncuları soruyor, konuları anlatıyor. Hatta Türkçe öğreniyorlar. Geçenlerde İran’da bir Türkçe kursunda öğrencilerin çoğu, dizileri izlemek için Türkçe öğrendiklerini söylemiş. Bir Cezayir seyahatimizde Türkçe konuşan çocuklarla karşılaştık. 10-15 yaşlarındaki bu çocuklar Türkçeyi öyle akıcı ve düzgün konuşuyorlardı ki; çok şaşırdık. “Türk okuluna mı gidiyorsunuz?” diye sorduk. “Türk dizilerini izleyerek öğrendik” dediler. Bu gerçekten çok kıymetli bir şey. Fakat buna rağmen dizilere yönelik çok ağır ve haksız eleştiriler yapılıyor. Sadece Kanal D içi söylemiyorum, tüm sektör için geçerli.
Bu eleştiriler maksatlı mı sizce?
Ben bunun sadece Türkiye kaynaklı olmadığını, dışarıdan da gelen maksatlı bir karalama olduğunu düşünüyorum. Ama en üzücü olan, içeriden gelen haksız eleştiriler. Oysa bu diziler milli bir servet. Evet, kötü işler olabilir, zaten RTÜK kuralları var ve hata yapan bunun cezasını alıyor. Ama bütün dizileri linç etmek, karalamak doğru değil. Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü hâlâ izleniyor, insanlar finali hâlâ heyecanla bekliyor. Kemal Sunal filmleri de benzer bir etki yaratıyor; defalarca izlemiş olsanız bile hâlâ gülüyorsunuz. Milli servet dediğimiz şey işte bu. Bunlar gerçekten korumamız gereken değerler. Sektörün önü açılmalı, daha fazla dizi çekilmeli, daha fazla kaliteli iş üretilmeli.
OLAYLARA POZİTİF BAKMAYI SEVİYORUM
Eleştiriler sizi olumsuz etkiliyor mu?
Çince’de ‘kriz’ aynı zamanda ‘fırsat’ demekmiş. Belki o linç sizin şansınız da olabilir. Mesela Yılmaz Erdoğan’ın ilk tanıtım videosu çıktığında inanılmaz bir linç oldu. O videoda kadına şiddetle ilgili hiçbir şey yoktu. Yılmaz Erdoğan’ın öyküsünde de böyle bir şey yoktu. Ama insanlar videodan farklı bir çıkarım yaptı. Hatta bir arkadaşımız, “Yanlış anlaşılır mı?” diye sordu. Benim aklıma gelmemişti; bu kadar farklı yorumlanabileceğini düşünmemiştim. Ama arkadaşımız haklı çıktı. Örneğin ‘Uzak Şehir’ dizisi de başladığı gün, STK’lar ve bazı siyasi partilerin üst düzey yetkilileri “Mardin’i yanlış tanıtıyorlar” dedi. Halbuki dizi bir hikâye anlatıyor ve Mardin’de geçiyor, yanlış anlamak mümkün değil. Zamanla bu tür olaylara alıştım. Hatta bazen düşünüyorum: Acaba bu bir fırsat mı getiriyor? Çünkü yayınlandığında insanlar doğruyu görecek ve “Öyle değilmiş. Biz yanlış anlamışız” diyecek. Dolayısıyla hiçbir kaygı duymadım. Tam tersine, bu belki iyi bir şey olabilir. Ben olaylara her zaman pozitif bakmayı seviyorum.
Reyting canavarı her şeyi öğütürken, birçok dizi yenilirken siz dizilerin başarısını neye bağlıyorsunuz?
Kocaman, iyi yürekli, başarılı bir ekip olmaya. Ben değil, biz oluşumuza… Yapımcı, kast, senarist… Kanal da arkasında duruyor. Biz dizilerimize gerçekten çok değer veriyoruz. Tanıtımını en iyi şekilde yapıyoruz. Bunun yanında çok güçlü bir kurumsal iletişim ekibimiz var.
Hiç başarısız olduğunuz yanıldığınız işler de oldu mu?
Tabii ki oldu. Herkes yanılır ama hep yanılmamak lazım. Kâğıt üzerindeki senaryo harika gelebilir ama çekim sırasında ya oyuncu ya mekân ya da bazı detaylar izleyiciye istediğimiz gibi yansımayabilir. Bu yüzden bazı işlerin tutmaması mümkün. Ancak her dizinin arkasında büyük bir emek var. Senaryo aylarca yazılıyor, bazen olmuyor baştan yazılıyor, yine olmadı, tekrar baştan yazılıyor. Mekanlar araştırılıyor, detaylarla uğraşılıyor. Ekranda sadece kısa bir görüntü görüyorsunuz. İzleyici bazı şeyleri beğenmeyebilir ama orada yapılan işin büyüklüğünü anlamak çok önemli. Yapıcı eleştiriye açığız, ancak ağır ve yıkıcı eleştiriler sektöre katkı sunmuyor.
OZAN AKBABA GERÇEK BİR STAR
“Uzak Şehir”, riskli bir projeydi, şimdi rakip tanımıyor. O diziyi kabul etme sürecinizde sizi ikna eden en temel şey neydi?
Tutacağına emindim. Biz bu diziyi 3 yıldır yapmak istiyorduk. İyi bir işti, güçlü bir senaryoydu. Yapımcının da çok ciddi bir emeği var. Diziye müthiş bir ilgi var. Derbi ve milli maç reytingleriyle yarışıyor, hatta geçiyor. Geçenlerde Ankara’dan devlet kademelerinde önemli görevler yapmış bir isim aradı ve “Mardin’e gittik, arabayı park edecek yer bulamadık. Sokakta yürümek imkânsız hale gelmiş” dedi. Dünyanın dört bir yanından insanlar Mardin’e geliyor. Türk dizileri hem iç hem de dış turizmi ciddi şekilde hareketlendiriyor. Kıyafet, aksesuar gibi ürünler de Türkiye’den sipariş ediliyor. Bu da ülkemize çok büyük bir ekonomik fayda sağlıyor.
Çoğu kişi ”Bu iş tutmaz” derken, size ”Tutar, bu işi alıyorum” dedirten şey neydi?
Birçok senaryo okuyorum. Bunun senaryosu bizdendi, bizim hikâyemizi anlatıyordu. Aslında bir bölgenin hikâyesini, oradaki gerçek karakterleri ele alıyordu. Biz bu işe çok inandık. Yapımcımız Kerem Çatay ve Lale Eren sağ olsun, çok güzel iş çıkarıyorlar. Gerçekten çok başarılı bir iş oldu. Mesela Ozan Akbaba için uzun süredir keşke bizim projelerimizde yer alsa diyordum.
Bu kadar iyi iş çıkaracağını nereden anladınız?
Ben Ozan Akbaba’yı çok beğeniyordum. Önceki iki projede de hep “Ozan Akbaba olsa” dedik ama olmadı. Başka projelerde oynuyordu, bazı şeyler uyuşmadı. Ama burada nokta atışı oldu. Ben, Ozan Akbaba’da bir ‘star ışığı’ olduğunu düşünüyordum. Keza Sinem Ünsal da müthiş bir performans sergiledi. Harika oturdu. Sadece ikisi değil; yan karakterler ve yardımcı rollerdeki tüm oyuncular da inanılmaz iş çıkardı. İzlerken şunu fark ettim, her dizide bu kadar gerçekçi bir deneyim yaşanmıyor. Ama bu diziyi izlerken oradaymışsınız gibi hissediyorsunuz, yaşıyorsunuz resmen. Senaryonun ve oyunculuğun etkisiyle gerçekten sahnenin içinde oluyorsunuz. Senaristimiz de kalbini ortaya koyuyor, yazdığı metin gerçekten etkileyici. Yapımcılarımız Kerem Çatay, Lale Eren ve tüm ekibin emeği büyük. Son yılların en yüksek reyting alan dizisi oldu.
‘GİRİLMEYEN YERLERE GİRELİM’ DEDİK
‘Kuralsız Sokaklar’ var mesela?
Kuralsız Sokaklar çok farklı bir format oldu. Gezi programları var biliyorsunuz. Farklı bir gezi programı yapmak istedik. Mert Öztürk dikkatimizi çekiyordu. Normalde herkes dünyanın en güzel yerlerini geziyor biz dedik girilmeyen yerlere girelim. Orada yaşayanları görüntüleyelim. Ben bu kadar karşılık bulacağını beklemiyordum. Müdavimleri oluştu programın.
1 DAKİKALIK TANITIMLA PROJEYİ LİNÇ EDİYORLAR
En iddialı işlerden biri de İnci Taneleri. O cephede durumlar nasıl gelişti?
İnci Taneleri son yılların en iyi dizilerinden ve en sevdiğim işlerden biri. Senaryoyu ilk okuduğumda, bayıldım. Dizideki dans sahneleri çok dikkat çekti ama dizinin çok güçlü bir senaryosu var. İlk bölümde Dilber’in dans sahnesi 2-3 dakikayı geçmiyor. Eleştiri yapanlar sanki dizinin tamamı dansla başlıyor, dansla bitiyor gibi davranıyor. Öyle bir şey yok. Senaryo çok güçlü ve Hazar Ergüçlü de harika bir performans sergiliyor.
İnci Taneleri’nin rekorlar kıran bir tanıtımı vardı. Nasıl çıktı ortaya?
Drama direktörümüz Gökhan Yıldız, “Hazar Ergüçlü dans dersi alıyor” dedi. Telefonla çekilmiş 20-25 saniyelik bir görüntü vardı, “Bunu kullanmak istiyorum” dedim. O tanıtım, dillere pelesenk oldu; bazı davalarda savunma argümanı olarak bile kullanıldı. Diziyi inanılmaz bir yere taşıdı. İlk yayınladığımızda eleştiriler de aldık, “Böyle dizi tanıtımı mı olur, dans eden bir kadın mı gösteriliyor?” dendi. Tabii bunlar bazen kara propaganda, linç kültürü gibi oluyor. 1-2 dakikalık bir sahne sanki tüm diziymiş gibi gösteriliyor. Bu bana çok yanlış geliyor.
GÜLLER VE GÜNAHLAR’DA ÇOK İDDİALIYIZ
Bu sezon yeni projeler de iddialı mı?
Çok iddialı bir proje geliyor Kanal D ekranına: ‘Güller ve Günahlar.’ Biz de heyecanla bekliyoruz. Yapım şirketimiz NGM çok güzel bir senaryo getirdi. Umarım izleyici de çok beğenecek. Murat Yıldırım ve Cemre Baysel başrolleri paylaşıyor; harika bir iş. Şu anda setteyiz; yakında seyirciyle buluşturacağız. Ama gerçekten senaryo olarak güçlü, ayakları yere basan ve kalbe dokunan bir iş. İnşallah çok güzel olacak ve herkes çok beğenecek. Yeni sezonla ilgili gerçekten çok iddialı geldiğimizi söyleyebilirim. Mesela ‘Eşref Rüya’nın ilk bölümü sadece YouTube’daki izlenme oranıyla 50 milyona yaklaşıyor. ‘Eşref Rüya’ da muhteşem bir iş. Timur Savcı ve Burak Sağyaşar ve tüm dizi ekibi son yılların en güzel ve görkemli dizilerinden birini ortaya çıkardı. Keza ‘Uzak Şehir’ şu anda yeni sezon tanıtımlarıyla öne çıkıyor, ikisinin de tanıtımları harika ilerliyor. ‘Arka Sokaklar’ ve ‘İnci Taneleri’ de gelecek. Ve tabii ‘Güller ve Günahlar’ da devreye girecek. Bu sene de güçlü ve kaliteli dizilerimizle ekranlardayız. Çok mutluyuz, çok gururluyuz.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.