Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – Dün gece İsrail ordusu, İran’ın nükleer programını vurmak için önleyici, hassas ve kombine bir saldırı başlattıklarını duyurmuştu. Bu haberden sadece saatler yeni bir gelişme..
Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – Dün gece İsrail ordusu, İran’ın nükleer programını vurmak için önleyici, hassas ve kombine bir saldırı başlattıklarını duyurmuştu. Bu haberden sadece saatler yeni bir gelişme İran Devlet Televizyonu’na yansıdı. İRİB, İsrail’in İran’a düzenlediği saldırılarda İsfahan eyaletindeki Natanz Nükleer Tesisi’ni de vurduğunu açıkladığında yaşanacak gelişmeler ve kayıplar İran için son derece önemliydi. 1950’lerde başladıkları ‘nükleer serüveni’ bugüne kadar İran için pek çok kriz ve anlaşmayı beraberinde getirmiş, 13 Haziran’da daİran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami dahil üst düzey askeri yetkililer ile 6 nükleer bilim insanı hayatını kaybemişti.Yaşananlar yeni bir sürecin başlangıcı mı olacaktı? Yoksa İran’ın vereceği cevap, yıllardır pek çok şekilde sınırlandırılan nükleer projeleri yeniden mi gündem maddesi yapacaktı? Pek çok soru, Türkiye’nin sınır komşusu için cevaplanmayı bekliyor ve Orta Doğu’da şekillenecek düzenin de işareti olma özelliğini taşıyor. Peki nükleer, gerçekten de bir tehlike mi? NATO Eski Kriz Yönetimi Uzmanı Prof. Dr. Sait Yılmaz ve Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şebnem Udum, konuyu tüm detaylarıyla Milliyet.com.tr’ye anlattı.
İRAN’IN İSRAİL’E CEVABI NE OLACAK? FÜZEDEKİ ‘STARLINK’ DETAYI
İran’ın hava kuvvetleri bakımından zayıf olduğuna dair ilk işareti, eski Cumhurbaşkanı Reisi’nin hayatını kaybettiği helikopter kazasında verilmişti. İsrail’in son saldırısında da İran’ın askeri gücü yeniden tartışma konusu oldu. İran’ın geleceği için önemli kişi ve kurumlara yapılan İsrail saldırısına, İran ne diyecekti? Prof. Dr. Sait Yılmaz konuyla ilgili, “İran Silahlı Kuvvetleri’nin yeteneklerini arasında NATO’nun ve NATO’nun olduğu bir İsrail karşısında yapılabileceği hiçbir şey yok. Ellerinden geleni yapmaya çalıştılar ama burada teknoloji kazanıyor. Yani sonuçta savaşan asker değil. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail, bunların arkasındaki istihbarat teşkilatları, onların da arkasındaki yakın çalıştıkları özel askeri şirketler, istihbarat şirketleri bütün bunlar bu projeleri yıllardır geliştiriyorlar. Dolayısıyla İran’ın yapabileceği hiçbir şey yok. Bu saldırıda Starlink kullanıldı. Starlink Amerika’nın. Ukrayna da bunu kullanıyor. Son saldırılarda da öyle oldu. Konteynerden çıkan drone’lar da Starlink’le kullanıldı. Zaten Starlink istihbaratı tamamen Amerika’ya aittir. Kıtalar arası kuvvet kaydırmayı ve istihbaratı yapabilen tek ülke Amerika. Zaten Rusya’nın Ukrayna’da başarısız olmasının nedeni de bu. Amerika’danın havadaki üstünlüğünü yenemiyorlar” diyor. Peki ama Musk ile Trump arasındaki gerilim Starlinklerin kullanımı ve bölgedeki ABD statejisini nasıl etkiler? Prof. Dr. Yılmaz bu konuyu da şöyle açıkladı:
“Burada bir adım geride olan Trump. Çünkü arkadaki Amerika’da üç tane devlet var. Bir Trump’ın başında olduğu zannettiği devlet var. Bir onun arkasındaki derin devletler, bu Pentagon ve CIA’dır. Trump oraya daha nüfuz edemedi. Bir de daha derin devlet var. O da Yahudi sermayesidir. Yani burada Trump şu anda ne olursa olsun İsrail’e faydası olanı yapıyor.”
Saldırı esnasında bölgede kesilen hava trafiği
TÜRKİYE İLE ORTA ASYA BİRLEŞİRSE…
Peki Türkiye hemen sınırındaki savaş tehlikesi için nasıl aksiyon almalı? Çatışmanın ve bölgedeki savaşın ilerlemesi durumda Prof. Dr. Sait Yılmaz’ın Türkiye ve Türk devletlerine ilişkin yorumu dikkat çekiyor:
‘RAKİBİN GÜÇLENMESİNİ GÜÇ KAYBI OLARAK GÖRÜRLER’
İran 1950’den bu yana nükleer konusunda pek çok adım atmış ve bunlar sonucunda da yaptırım ve anlaşmalarla karşılaşmıştı. Zaman zaman nükleer silahlanma konusunda yeni gelişmelerle önü kesilen İran’ın bu serüveninin arkasında ne yatıyordu? Doç. Dr. Şebnem Udum, konuyu uluslararası ilişkilerin hassas algısıyla anlattı. “Güç, her ülke için kendisinin ve çevresindekilerin potansiyelini analizine göre hesaplanıyor gibi görünüyor” diyen Doç. Dr. Udum da bu konuyu, “İsrail ve İran arasındaki rekabet yeni değil. Uluslararası ilişkilerin temelinde devletlerin üzerinde hukuku işletecek bir otoritenin olmaması nedeniyle kendi güçlerine dayanmak vardır ve bu güç askerî güçtür. Devletler hayatta kalma yani beka refleksleriyle gücü ve güvenliği önceler. Kendilerine rakip ya da düşman olarak gördükleri/algıladıkları devletlerin askerî olarak güçlenmeleri veya onlarınki gibi stratejik silaha sahip olmaları ‘görece güç kaybıdır.’ İran’ın nükleer programı ve balistik füze yetenekleri İsrail için beka sorunu olarak görülüyor” diye anlatıyor. Doç. Dr. Udum’un parmak bastığı bu nokta, pek çok şeyin hem sebebi hem de sonucu. Peki ama nükleer programlar bunun neresinde?
“İsrail’in siyasi amacı, İran’ın kendisine nükleer bir tehdit oluşturmasını önlemek olduğundan 13 Haziran saldırısında hem kritik nükleer tesisler, hem balistik füzelerin bulunduğu yerler, askerî komuta kademesinin ve nükleer programın önemli kişileri hedef almıştır. Bu baskın saldırıya karşılık İran’ın mukabele yeteneğinde bulunan drone’lar havalanmıştır. İsrail’in siyasi amacı İran’ın herhangi bir şekilde ona tehdit olmamasınıamaçlamaksa İsrail’in İran’a karşı nükleer silah ya da cihaz kullanması mantık dışıdır. Olayların gelişiminde İran’ın nükleer programıyla ilgili olmayan bölgelerine ve kritik altyapı tesislerine saldırılar olduğu görülüyor. Bu da mukabele yeteneğini düşürmek için yapılmış görünüyor.” –Doç. Dr. Şebnem Udum
Trump’ın “Haberimiz var, dahlimiz yok” sözleri ne anlama geliyor? Saldırıdan haberdar olunduğu halde ‘duymazdan gelinmesi’ dahlinin olduğunu göstermez mi? Doç. Dr. Şebnem Udum’a göre burada ABD için önemli bir detay saklı. Doç. Dr. Udum, bunu şöyle açıklıyor:
NÜKLEER SİLAH DEVREYE GİRER Mİ? TEMELLERİ 2002’YE DAYANIYOR
Doç. Dr. Şebnem Udum’a göre, İran’ın nükleer programıyla ilgili endişeler 2002-2003 yıllarında ortaya çıkan, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (UAEA) bildirilmemiş nükleer tesislerle artmıştı. Yani bugün konuşulan nükleerin, oldukça karmaşık bir geçmişi var. Doç. Dr. Udum İran’ın bugüne dek geçtiği süreçten, “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na taraf olan ve nükleer silaha sahip olmayan devletler, UAEA ile ‘Kapsamlı Nükleer Güvence Anlaşması’ imzalamayı taahhüt eder. 1991 Irak Savaşı sonrasında Irak’ın bu statüde ve anlaşma imzalamış olmasına rağmen, anlaşmadaki hukuki boşlukları kullanarak nükleer silah programı geliştirdiği ortaya çıkınca, bu anlaşmalara 1997’de bir ‘Ek Protokol’ hazırlandı. Bununla, güvence denetimlerini genişletildi. İran, bu Ek Protokol’ü imzalamış ancak onaylamamış olduğundan, uluslararası müzakerelerle uygulaması istendi” diye bahsediyor. Ancak tabii ki 1997, İran’nın nükleer konusunda ortaya çıkardığı tartışmanın sonu olmadı. Çünkü Doç. Dr. Udum’a göre, dış ya da iç etmenlerle uygulama sürekli olmamıştı.
Doç. Dr. Udum bu sürecin devamına ilişkin, “2015’te imzalanan İran Nükleer Anlaşması ile İran’la yaşanan siyasi sorun, teknik yöntemlerle çözülmeye çalışıldı. Buna göre uranyum zenginleştirme ile ilgili teçhizat olan gaz santrifüjlerinin sayısının kısıtlanması, zenginleştirme miktarının yüzde 5’in altında kalması, Ek Protokol’de öngörülen genişletilmiş güvence denetimlerinin uygulanması vardır. Yani bu teknik düzenlemelerle İran’ın nükleer silaha sahip olmak için atabileceği bir adım erkenden tespit edilebilecek ve daha silah için yeterli zenginleştirilmiş uranyum elde edilmeden önlenebilecekti. JCPOA (İran Nükleer Anlaşması) aynı zamanda bir güven artıcı önlem olarak görülmüştü. İran içinse yaptırımların kaldırılması, yatırımların yapılmasıyla bir avantaj haline gelmişti” diyor.
Peki ama uranyum zenginleştirme miktarının yüzde 5’in altında kalması neden istendi? Teknik detaylar vererek bunu da tüm detaylarıyla anlatan Doç. Dr. Şebnem Udum, sözlerini şöyle noktaladı:
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.