MİLLİYET.COM.TR / ÖZEL – Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde (GKRY), İsrailli yatırımcıların hızla artan arazi ve mülk alımları kamuoyunda ve siyasi çevrelerde ciddi endişelere yol açtı. Özellikle Limasol ve Larnaka bölgelerinde..
MİLLİYET.COM.TR / ÖZEL – Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde (GKRY), İsrailli yatırımcıların hızla artan arazi ve mülk alımları kamuoyunda ve siyasi çevrelerde ciddi endişelere yol açtı. Özellikle Limasol ve Larnaka bölgelerinde yoğunlaşan bu yatırımlar, bölgenin demografik ve kültürel yapısında değişim yaratabileceği gerekçesiyle tepki çekiyor. Covid-19 sonrası yerleşimlerin arttığı, bölgede yaşayan İsrailli sayısının 15 bine ulaştığı, dini yapılanmalardan Chabad örgütünün Güney Kıbrıs’ta sinagog, anaokulu, Kaşrut ofisi ve mezarlık gibi yapılar inşa ettiği belirtiliyor.
GKRY ana muhalefet partisi AKEL’in lideri Stefanos Stefanu, bu durumu ‘kontrolsüz bir yerleşim planı’ olarak değerlendirerek, ülkenin elden gittiğini ve İsrail’in fiilen işgal ettiğini öne sürdü. Stefanu’nun açıklamalarında İsrail’e karşı ‘kapalı gettolar kurmak’ ve ‘planlı yerleşim stratejisi izlemek’ suçlamaları öne çıkarken, AKEL’in sosyal medya paylaşımlarında da ‘Yeni İsrail’ ve ‘İsrail’in yeni işgal ettiği ülke’ gibi ifadeler dikkat çekti. Bu gelişmeler, Güney Kıbrıs’ta İsrail etkisine karşı ciddi bir siyasal ve toplumsal tartışmanın başladığını gösteriyor.
BU DURUM TÜRKİYE VE KKTC AÇISINDAN NASIL OKUNMALI?
Güney Kıbrıs’ta İsrailli yatırımcıların artan yerleşimi, yalnızca demografik değil; KKTC ve Türkiye açısından güvenlik, istihbarat ve jeopolitik dengeleri etkileyebilecek çok boyutlu bir risk alanı olarak değerlendiriliyor. Özellikle 15 bin kişilik nüfusun Chabad gibi dini görünümlü yapılarla organize şekilde bölgede etkinlik göstermesi, istihbarat faaliyetlerinden sosyal manipülasyona, kriz anında mobilize olabilecek güç yaratımına kadar geniş bir tehdit yelpazesi oluşturabilir.
TAKİP EDİLMESİ GEREKEN BİR SÜREÇ
Milliyet.com.tr‘ye değerlendirmelere bulunan Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi KKTC/Lefkoşa Hukuk Fakültesi Uluslararası Hukuk Ana Bilim Dalı Öğretim üyesi Doç. Dr. Emete Gözügüzelli, ‘Hem Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti hem de Türkiye açısından stratejik ve güvenlik perspektifiyle ele alınması gereken ve takip edilmesi gereken bir süreçtir. Özellikle Güney Kıbrıs’ta İsrailli grupların artan yatırımları ve birleşimi sadece demografik değil, jeopolitik ve güvenlik dengeleri de etkileyebilecek çok boyutlu bir gelişme perspektifi dahilinde yorumlanabilir.’ dedi.
Doç. Dr. Gözügüzelli sözlerini şöyle sürdürdü; Tabii ki bu olayın ortaya çıkmasıyla birlikte Limasol, Larnaka gibi kritik bölgelerde İsrailli yatırımcıların hızlı arazi alımı gerçekleşiyor ve 15 bin kişilik nüfusun Chabad gibi aktif olan örgütün ki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de bu örgütün aktif olduğunu biliyoruz. Bu yerleşim yerlerinin alt yapısının ortaya çıktığını basından öğreniyoruz.
CHABAD, GÜVENLİK VE JEOPOLİTİK RİSK…
Özellikle bu konuyu değerlendirirken ‘Türkiye ve KKTC açısından Kıbırs’taki gelişmeler nasıl analiz edebiliriz?’ noktasında üç önemli riski var;
1 – Güvenlik riski: Milli savunma ve istihbarat perspektifi açısından değerlendirmemiz gerekir. Askeri ve istihbarat açısından değerlendirdiğimizde İsrail’in özellikle Güney Kıbrıs’ta liman ve hava sahası erişimi kendisine sağlanması, 15 bin nüfusun buna dahil edilmesi tamamıyla KKTC ve Türkiye açısından bir tehdit algısı içerisine dahil edilmesi gerekir.
İsrail’in özellikle gelişmiş radar, elektronik harp ve istihbarat sistemleri eğer bu Larnaka ve Limasol kentine kurulur ise bu sistemler Türkiye’nin deniz ve hava operasyonlarını izleme kapasitesine ulaşabilir. KKTC içi ve civarındaki kritik sinyalleri (askeri, diplomatik ve iletişim vb.) dinlemesi ya da analiz etmesi ortaya çıkabilir.
2 – Chabad: Dini görünümlü yapıların sadece dini faaliyetlerle sınırlı olmaması, diaspora diplomasisi ve kültürel casusluk zeminin de öncüsü oldukları açısından değerlendirmemiz gerekir. Bu tür örgütlenmeler yerel halka hizmet sunarken aynı zamanda nüfus ve propaganda mekanizmaları kurar. Dolayısıyla bölgesel, siyasi elitlerle bağlantı kurarak etki ajanı faaliyetlerine alt yapı hazırlarlar.
Uzun vadede bu gruplar özellikle Güney Kıbrıs’ta İsrail politikalarını destekleyen paralel bir halk tabanı geliştirmesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde benzer şekilde bu paralel halk tabanını kuvvetlendirmesi söz konusu olabilir.
3 – Jeopolitik risk: Mavi Vatan ve deniz yetki alanlarına bakmamıza sebeptir. Özellikle NATO dışı bir güç bloğunun Amerika, İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanistan tarafından kurulduğunu biliyoruz. Bu Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir denge politikası olarak Türkiye’nin gücünü dengelemek adına gerçekleştirilen bir blok. Bu ülkeler ortak tatbikatlar, enerji arama iş birlikleri, askeri üs koordinasyonu, ortak savunma mutabakatları geliştirerek Türkiye’yi denizden çevreleme stratejisi izlemişlerdir.
DEMOKRATİK VE SİYASİ DENGEYİ BOZACAK ÖLÇEKTE HAREKET EDEBİLİRLER
Şimdi Güney Kıbrıs’ta yerleşen İsrail unsurları Türkiye’nin Mavi Vatan kapsamındaki hak iddialarına karşı aktif bir denge unsuru haline getirilmeye çalışılabilir. Özellikle Türkiye ve KKTC’nin ortaklaşa deniz yetki alanlarının haritalarını tanımamaları bloğun savunduğu tezlerle uyuşmaktadır. Dolayısıyla Türk donanmasının karşısına başka çok taraflı güç, potansiyel güç çıkarmaya çalışan faaliyetler olduğunu biliyoruz. Buradaki yapıdan bunların dikkate alınması ve 15 bin kişilik organize ideolojik, bağlılık taşıyan bir nüfusun sadece güvenlik değil demokratik ve siyasi dengeyi bozacak ölçekte hareket etmesi söz konusu olabilir.
SİYASET AKTÖRLERE NÜFUZ!
Bunların hepsinin sivil olduğunu tespit etmek çok zordur. Özellikle ileri düzey istihbaratı başka ülkeler de özellikle Türkiye’de Mossad ajanlarının devreye girerek operasyon yapma niyetlerini sivil unsurlarla gerçekleştirdiğine şahit olduk.
– Buraya gelenlerin de istihbarat sistemine faaliyete geçirecek ajanların da sivil-asker ayrımını zorlaştıracak şekilde sivil olarak lanse edilmesiyle farklı bir görünümde yer alarak casusluk faaliyeti izlemeleri söz konusu olabilir.
– Bu kişiler diaspora, dini yapılı yatırımcı da görünebilir kişiler olabilir.
– Açık kaynak istihbaratı toplayabilirler.
– Yerel siyaset aktörlere nüfuz edebilirler.
– Kritik alt yapı, coğrafi ve askeri bölgeler, haritalayabilirler.
– Stratejik manipülasyon veya kriz anında milis görevinde bulunabilirler.
Özellikle 15 bin kişinin sivil geldiği, buraya yerleştiği noktasında masumane bakış açısıyla bakmamız söz konusu olamaz.
15 BİN KİŞİ GÜNEY KIBRIS’TA NASIL ROL ÜSTLENEBİLİR?
– İstihbarat gözcülüğü: Limanlar, üsler, enerji hatları, diplomatik trafiği gözlemleyerek merkeze rapor sunabilirler.
– Sosyal etki ağı: Yerel yönetimlerle bağ kurarak karar alma süreçlerini yönlendirmeye dahil olabilirler.
– Kriz anında mobilize edilebilir güç: Özellikle askeri bir gerilimde lojistik destek, sabotaj, yönlendirme eylemleri gibi faaliyetlerle harekete geçirilebilirler.
– Hukuku ve diplomasiyi yönlendirme gücü: Yabancı yatırımcılar ve dini özgürlükler üzerinden siyasi baskı oluşturabilirler.
– Yerel Yahudi Devlet Modeli: Sinagog, okul, mezarlık gibi sembolik devlet alt yapı sistemleri kurulması için faaliyete geçebilirler.
MÜLKİYET KRİZİ VE JEOPOLİTİK KUŞATMA HAREKETLİLİĞİ
Bütün bu risklere baktığımızda şunu çok net bir şekilde söylememiz lazım; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti açısından da çok özel riskler barındırır. Bu egemenlik ve ülkenin toprak bütünlüğüyle alakalıdır. Özellikle son mülkiyet krizi dikkate alındığında Kıbrıs’ta demokratik ve jeopolitik kuşatma dahilinde bir hareketlilik olduğunu görmekteyiz. Yani İsrail nüfusunun Güney Kıbrıs’ta yerleşik hale gelmesi Kıbrıs’ın güneyinde fiili bir İsrail uzantısı nüfus bölgesi yaratabilir. Bu nüfus üzerinden hem siyasi hem ekonomik hem askeri bazı talepler gelişebilir. Bu durum özellikle gelecekte müzakerelerde dahil İsrail’in Rum-Yunan lobisini destekleyen çok aktörlü çıkarlarına dönüşebilir.
Kuzey’deki yapılanmada Chabad örgütü dikkate alındığında bu kriz krtik unsurun ne derece geçişlerle de etki altına alınabileceği ortaya çıkabilir. KKTC’nin özellikle de güvenlik dinamiklerine de bir risktir. Yani Güney Kıbrıs’ın içindeki bu gelişmeler zamanla KKTC’ye doğru psikolojik, ideolojik, ekonomik yayılma riskini de beraberinde getirir. Karpaz bölgesi gibi stratejik noktalar bu unsurlarca daha fazla kontrol altına alınmak istenebilir. Burada da güvenlik ve statü daha fazla ön plana çıkacaktır.
DİPLOMATİK VE ULUSLARARASI HUKUK NE DİYOR?
‘1960 Garanti Sistemi’ni tehlikeye sokma adımı’ olarak değerlendirmemiz lazım. Çünkü Türkiye, Yunanistan, İngiltere adada garantör devlettir. Fakat Güney Kıbrıs’ın İsrail ile geliştirdiği tek taraflı savunma yerleşim iş birlikleri bu garantörlük ilkesine aykırıdır. Yani adada statükoyu değiştirme girişimi olarak bu mesele uluslararası alana taşınması gerekebilir.
TÜRKİYE VE KKTC AÇISINDAN DOĞRUDAN GÜVENLİK TEHLİKESİ
Uluslararası hukukta sivil işgal noktasında Güney’de olan rahatsızlık ve bu yönde yapılan demeçler dikkate alındığında, Güney Kıbrıs içindeki yerleşim ve mülkiyet kontrolü uzun vadede toprak hakimiyeti etkisi doğurabilir. Egemenlik ilkesinin fiili olarak paylaştırıldığı iddiasına kapı aralayabilir. Dolayısıyla Güney Kıbrıs’taki bu adımlar Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC açısından doğrudan bir güvenlik tehdididir. Neler yapabiliriz? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti savunma stratejisi daha da güncellenmesi, doğu kıyısında hava savunma kabiliyetlerinin daha da güçlendirilmesi gerekir. Bir diğeri, istihbarat ve sinyal gözetimi sınır bölgelerinde artırılması gerekir. Belki de SİHA’ların daha fazla aktif hale getirilmesi ve 24 saat esasından bölgedeki hareketliliğin izlenmesi önem arz edebilir.
Chabad gibi yapılar diplomatik düzeyde de takip edilmesi gerekir. Özellikle bunların uluslararası istihbarat iş birlikleri ne durumdadır, bunlar nasıl kontrol altına alınır? Bunlara dikkat edilmesi gerekir.
Uluslararası hukuk ve kamuoyu nezdinde Güney Kıbrıs’ta oluşturacağı tehditlerin diplomasi yoluyla dünyaya daha fazla mülkiyet meselesindeki son gelişmelerle birlikte ilintilendirilerek, Güney Kıbrıs’ın özellikle Türk bölgelerinde işgal ettiği arsalar ve araziler üzerinde yatırımcılar koyması, Türklerin mallarını kendileri kontrol etmesi aradaki tezatlığı ortaya koyar.
Türkiye ve KKTC arasındaki Ortak Deniz Yetki Haritası’nın yaygınlaştırılması ve bu konudaki hareketliliğin dünyada daha fazla aktarılması için çalışmalar yapılabilir. Tabi burada Türkiye’nin caydırıcılığı, askeri ve istihbarat gücü dikkate alındığında Güney Kıbrıs’taki bu yapıların elbette takibi yapılıyor, yapılacaktır. Türkiye’nin gücüne karşı esasen bugün Doğu Akdeniz’de bu hareketlilikleri görüyoruz. Yükselen gücü, siyasi ve askeri gücü bu konuda Güney Kıbrıs’ı ve İsrail’i Netanyahu ve iktidarını ciddi rahatsız etmektedir.
Chabad gibi örgütlere baktığımızda bunlar ultra ortodoks Yahudi tarikatlarıdır. Misyonları da Yahudilerin yaşam tarzını yayıp, dini eğitim vermek ve Yahudi topluluklarını organize etmektir. Bunların örgütleri üniversitelerde, diasporalarda, kırsalda, KKTC’de bile yaygındır. O nedenle ‘İsrail devlet yapısıyla her ne kadar doğrudan bağlantımız yoktur’ dese bile bunların ortak Yahudi kimliği ve yerleşimi üzerinden aslında devletin ajanlıklarını yaptıklarını, ideolojik bir zemin içerisinde bir faaliyet yürüttüklerini görmekteyiz. Bu ideolojik zemin de Kıbrıs’ın kutsal topraklar içinde yer almasıdır. Kıbrıs’ın ‘arzı mevud’ kapsamında bulunması uzun vadede jeopolitik riskler, KKTC ve Türkiye açısından ciddi bir güvenlik riski olarak değerlendirmesi gerekir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.