Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr –Her gün yeni füzelerle vurulan İran ve İsrail topraklarına 3’ncü bir ülke tarafından net bir müdahale gelmesi işleri değiştirmişti. Bu hamle, ABD’nin İran’ın 3 nükleer..
Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr –Her gün yeni füzelerle vurulan İran ve İsrail topraklarına 3’ncü bir ülke tarafından net bir müdahale gelmesi işleri değiştirmişti. Bu hamle, ABD’nin İran’ın 3 nükleer tesisini B-2 bombardıman uçaklarının taşıdığı sığınak delici bombalarla vurmasıydı. ABD’nin yaşananlara bu şekilde dahil olması 2 soruyu beraberinde getirdi. İşler kızışacak mıydı yoksa bir ateşkes kapıda mıydı? Bu soruların yanıtı da çok geçmeden geldi, savaşta ateşkes kararı alındı. 13 Haziran’da İsrail’in saldırılarıyla başlayan savaşta artık yeni bir perde daha aralandı ve İran’ın bu ateşkes sonunda akıbeti merak konusu oldu. Her şeyi başlatan olaylar zincirinin temelinde ise dev bir başlık yatıyordu: Nükleer! Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şebnem Udum savaştaki ‘nükleer sahnesini’ bugünün öncesi ve sonrasıyla Milliyet.com.tr’ye anlattı.
HER ŞEYİ BAŞLATAN KRİTİK EŞİK: 3,67!
13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’ı vurmasıyla başlayan savaş, İran’ın nükleer güce sahip olmasını istemeyen İsrail’in ‘güvenlik endişelerini’ ortaya koydu. İsrail’in endişesi, İran’ın hangi seviyede ‘uranyum zenginleştirdiği’ ile doğrudan bağlantılıydı. Hâlbuki Doç. Dr. Şebnem Udum’a göre her ne kadar NPT metninde uranyum zenginleştirmenin üst sınırı belirtilmese de güvence denetimlerinin amacının ‘teknolojinin askeri amaçlara yönlendirilmemesi ve yanlış kullanılmaması’ olduğu belirtiliyor. Bu tanıma göre yüzde 20’nin üzerinde uranyum zenginleştirme barışçıl amaç sınırlarının üzerinde.Peki İsrail’in, İran’ın nükleer silah yapmasından duyduğu kaygının temelinde ne yatıyor? Doç. Dr. Udum, bunu şöyle anlattı:
Pek çok imza atılıyor ve anlaşma yapılıyor olsa da bugüne gelene dek yaşananlar bunlarla sınırlı kalmadı. İran için gerçek sınırlar zaman içinde konulmuştu. Burada en çok dikkat çeken noktalardan biri ise ‘yüzde 3.67′ ifadesiydi. Peki ama neydi bu? Doç. Dr. Udum açıkladı:
“2015’te imzalanan İran nükleer anlaşması (JCPOA) İran’ın nükleer programının diplomasi yoluyla ve uluslararası hukuk altında barışçıl tutulmasını sağlamaya yönelik doğru bir adımdı. Aynı zamanda, Tahran’ın uluslararası ticaret ve siyasette endişe yaratmayan bir ülke olarak algılanmasına aracı oluyordu. O dönemde Netanyahu başbakanlığı altındaki İsrail, anlaşmanın eksikleri olduğunu, İran’ın nükleer silah yapma olasılığını tamamen ortadan kaldırmadığını öne sürmüş, Trump yönetimindeki ABD de 2018’de JCPOA’den çekilmişti. Anlaşma, özellikle kapsamlı güvence anlaşmalarının ek protokolünde öngörülen genişletilmiş denetimlerin uygulanmasına fırsat tanıyor, zenginleştirmede kullanılan santrifüjlerin sayısını azaltıyor ve zenginleştirme seviyesini yüzde 4 civarında sabitliyordu. İran’ın nükleer faaliyetlerinin denetlenmesi ve eğer silaha doğru gidilen bir yola girildiyse bunun erken tespitini sağlaması hususunda da etkili bir anlaşma idi.”
ANAHTAR KELİME ‘MÜZAKERE’ OLDU
Takvimler 2015’i gösterdiğinde ise bu kez JCPOA yeniden gündeme gelmişti. İran nükleer anlaşması olarak da bilinen JCPOA, bu kez sınırlamaları da beraberinde getirdi. Ancak o günlerde de Trump yönetimindeki ABD anlaşmadan anlaşmadan çekildi. ABD anlaşmadan çekilme gerekçesi olarak bunun, İran’ı durdurmak için yeterli olmadığını gösteriyordu. Peki sonunda yeni krizler kapıda olabilir miydi? Yapılan her anlaşmanın sonunda yeni bir anlaşmazlıkla taraflar mutabık kalamıyordu. Müzakerenin bile müzakeresi yapılıyordu. Ancak Doç. Dr. Şebnem Udum’a göre anahtar bu yoldaydı yani ‘müzakerede!’ Peki, Trump yönetimi neden İran’a barış yap çağrısında bulundu? Doç. Dr. Udum, barıştan ziyade bir teslimiyet olan çağrıyı şöyle anlattı:
“Masada çözülemeyen konu İsrail’in güvenlik endişeleriydi. Obama yönetimi ayrılıp Trump geldiğinde, önce JCPOA’in ‘sadece’ nükleer faaliyetlerle ilgili olması ve balistik füzeleri içermemesi eleştirildi. Bu ilk bakışta anlaşılamayan bir yorumdu. Çünkü mesele nükleer programı barışçıl tutma olarak ele alındığında, JCPOA’in sadece bunlarla ilgili olması normaldi. İsrail için asıl mesele, İran’ın sadece nükleer silaha sahip olma olasılığının değil, balistik füzelerinin de geliştirilmesinin engellenmesi ve bütün olarak İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturmasının önüne geçilmesiydi. Trump yönetimi ikinci döneminde bu konuyu güç kullanımıyla değil, diplomasiyle çözmeye niyet ettiğinde, ilk olarak 13 Haziran 2025’te İsrail İran’ı vurarak masada müzakere olasılığını azalttı. Buradaki anahtar kelime ‘müzakeredir.’ İki taraf, ellerinde birbirlerine karşı kullanabilecekleri üstünlükleri olduğu sürece müzakere edebilir ve sonucu kendi lehlerine çevirecek öneriler sunabilir. Ancak, bir savaş sonunda kesin olarak yenilen taraf, masada herhangi bir şart öne süremez ve ‘koşulsuz teslimi’ kabul etmek durumunda kalır. Bu nedenle Trump’ın İran’a ‘barış yap’ demesi, aslında İran’a ‘teslim ol’ çağrısıydı.”
‘NÜKLEER SİLAH GÜVENLİK DEMEK DEĞİL’
ABD, günler önce İsrail’in ‘önleyici vuruş’ gerekçesiyle İran’a attığı füzeler ne insanlıkla ne mantıkla ne de uluslararası hukuka sığdırarak açıklayabilirdi.Belki de bir ‘kanun kaçağı’ gibi davranan ABD, İsrail’in endişelerini bertaraf etmek için sahada yoğun mesai harcamayı seçmişti. Doç. Dr. Şebnem Udum ABD’den sonra savaşta atılan adımları, “İsrail ve ABD’nin İran nükleer tesislerini ‘önleyici vuruş’ gerekçesi altında vurmaları uluslararası hukuk açısından yerli yerine oturan bir argüman değildir. Tehdit tam oluşmadan engelleme refleksi, İsrail’in kendi güvenliğini nasıl tanımladığı ve güvenlik endişelerinden kaynaklanmaktadır. ABD ise kendisine henüz yönelmemiş bir ‘tehdit’ için egemen bir ülkeye saldırıda bulunmuş ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2’nci Maddesi’nin 4’ncü paragrafını ihlal etmiştir. Savaşın seyri yönünden bakıldığında İsrail’in baskıları nedeniyle ABD’nin bu bombaları nokta hedeflere gönderdiği ve ‘tek seferlik’ olacağı görülür. Ancak, İran, egemen bir devlet ve beka sorunu yaşadığı için karşılık vermesi beklenir. Zira, ilk karşılığı olarak Hürmüz Boğazı’nın kapatma seçeneğini öne sürmüştür. 22 Haziran 2025’te İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’ye bu soru sorulduğunda, ‘Tüm seçenekler masada’ cevabını vermiştir” diye yorumladı.
Ancak göz ardı edilen nokta, İran’ın nükleer silah yapması engellense de, bu silaha sahip olanların tam olarak güvende olmadıklarıydı. Yani İsrail yine de ‘sıfır’ endişe ile devam etmeyecekti. Doç. Dr. Udum, “NPT her 5 yılda bir gözden geçirme konferansları (Review Conferences)’na tabidir. Burada varılan ortak görüşlerin fazlalığı rejimin sağlamlığı açısından önemlidir. Ancak devletlerin kendi çıkarları Gözden Geçirme Konferansları’ndaki tutumlarını da etkiliyor. Yaşanan son durum, NPT’ye taraf olmayan, nükleer silaha sahip olan (İsrail) ve nükleer silaha sahip olmayan ve NPT’ye taraf olan (İran) ülkeye saldırmasıdır. Bu nedenle, JCPOA nasıl ki diplomasinin gücünü ortaya koyup NPT’yi sağlamlaştırdıysa, son durum da tersi bir etki bırakmıştır” dedi ve sözlerini ‘nükleer silah ve güvenlik’ ilişkisine dikkat çekerek noktaladı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.